Connect with us

Güncel

Askere değil Tayyip’e nasıl direndiğimi sor!

Published

on

Bugün Gazetesi'nden Fatih Vural'ın sorularını yanıtlayan hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, ilginç ve çarpıcı açıklamalarda bulundu. Özkök, 28 Şubat döneminde askerin yönlendirmesi ile atılan manşet haberlerle ilgili bir soruya karşılık, “Bana askerlere değil Erdoğan'a nasıl direndiğimi sor” dedi. Özkök, AKP iktadarı döneminde açılan 28 Şubat soruşturması süresince 3.5 yıl bavulu yatağının yanıbaşında tutuklanmayı beklediğini de söyledi.

İşte Ertuğrul Özkök'ün Bugün gazetesinde yayınlanan röportajın bir bölümü:

*Bir Beyaz Türk’ün Hafıza Defteri’nde, bu ülke aydınının ‘Türk’ kelimesini sevmediğini söylüyorsunuz. Neden böyle bir kompleks yaşıyorlar?

Türk aydınının en derin kompleksi, bu. Kendini bağımsız bir aydın olarak tarif ettirecek özellikleri bulamadığı için, Türk kelimesine karşı olarak kendini tarife girişiyor. “Tarihte ne kadar b…tan iş varsa, hepsini Türkler yapmıştır!” Ermeni olayı büyüttü bu işi. ‘Türk’ deyince de bir genelleme yapıyorsunuz. Anadolu’nun birçok yerinde de Ermeni olayları yaşanmadı. Kurtuluş Savaşı’nda dahi Rumlara yönelik bir öldürme girişimi olmadı Ege’de. Neticede Türk’üz. Ben Türk’üm. Kürt de “Kürt’üm” desin. Ben, “Türk hassasiyetini dikkate alın” dediğim zaman, bana yazılanları hatırlıyorum da… Başbakan karınca adamlar gibi şeyler yapıyor, üzerine Türk bayrağı dikiyor. Sıkıysa şimdi onun için de deyin aynı lafları!

*O itirazlar, çözüm sürecinde engel çıkardığınız gerekçesiyle mi yapıldı?

Ben çözüm sürecine hiçbir zaman karşı çıkmadım. Tam aksine destekledim. Türkiye’de ilk defa “Abdullah Öcalan’la görüşün” diye yazan adamım. “Çözüm sürecine giderken, bir günah keçisi bulalım, onu dövelim, sayesinde daha çok çözümden yana görülelim…” Bu üçkâğıtçılığa kimse tevessül etmesin. Ben sadece şunu dedim: “Bu ülkede son 20 yıldan beri çok fazla Kürt diye bağırıldı ve Türk kelimesi aşağıya indirildi. Türk sorunu çıkararak, Kürt sorununu çözemezsiniz.”

BENİM AİLEM KİMİ EZDİ?

*Beyaz Türkler’in çözüm sürecine bakışını nasıl buluyorsunuz?

‘Beyaz Türk’ genellemesinden hep kaçındım. ‘Beyaz Türk’ kavramını da ortadan kaldırmak için yazdım bu kitabı. Beyaz Türk olarak doğdum. Melez bir Türkiye’de ölmek istiyorum. Anlatmaya çalıştığım, Tayyip Erdoğan son 12 yılda, toplumun bir kesimini çok horladı: “Siz çok ezdiniz.” Benim annem, babam neyi ezdi Allah aşkına ya? Türkiye’de devletin yaptığı şeyi, bu hayat tarzını benimseyen insanlara, suçluymuşlar gibi yapıştırıyorsun. Babam, Demokrat Parti’liydi; ama hayat tarzımız aynıydı. Menderes’in kendisi içki içiyordu. Sevgilileri vardı. Muhafazakârlığın böyle bir tarifi yoktu. O Menderes idam edildiği gece, evimizde sabaha kadar Kur’an okundu. Ondan sonra Demirel’e ve Özal’a oy verdi babam. Babaannem, çarşafla gezer, beş vakit namaz kılardı. Annem 40 yaşına kadar eşarp taktı. Beş vakit namazını kılıyordu.

Dünyanın 4 büyük liderinden biri olabilirdi

*Erdoğan’ın bu ülkenin bir bölümüne çok derin bir öfke duyduğunu, sebebinin ise ‘öyle yaşayamama’nın verdiği kompleks olduğunu düşünüyorsunuz. Ses kayıtlarıyla anlaşılan refah düzeyi de bu kompleksin eseri mi?

Biz bu dünyaya niye geliyoruz? Bu sorunun cevapları arasında, “Yaşamaya geliyoruz” da bulunmalı. Çünkü yaşıyoruz. Başbakan 12 yıldır bu ülkeyi yönetiyor. Biraz daha rahat yaşasa, yaz tatillerini saklanmadan yapsa, başkalarının başka türlü hayatlarının olabileceğini kabul etse, bu ülke daha güzel olur. O da daha büyük bir lider olur. 2007’den sonra yaptığı hataları yapmasaydı, bugün Obama, Putin, Merkel’den sonra dünyanın 4. büyük lideri Tayyip Erdoğan olurdu.

*Neydi o hatalar?

Aşırı güç kullanımı, herkese müdahale! Mavi Marmara’dan başlayıp, Mısır’ın içine müdahale, Suriye’nin içine müdahale, oraya müdahale, buraya müdahale… Dünyanın neresinde Müslüman varsa, ondan sorulurmuş havasında. Hep en doğru yolun kendisininki olduğuna inanıp, o yolu başkalarına kabul ettirme derdinde.

*Tam da bu noktada, etrafındakilerin dillendirdiği “halife-i rui zemin” olduğu düşüncesi var…

Ben Cumhuriyet çocuğu olarak, halifeliğin kaldırılmasını okudum. Geçenlerde bir yerde okudum. Meğer halifelik kaldırılmamış da, Meclis onu kendi bünyesinde tutuyormuş. Ne demekse, anlamadım. Birisi de bana “Meclis’te halifeliğin konumu nedir, Başbakan bu konuyu inceletti” dedi. Doğru mu, değil mi bilmiyorum.  

AK Parti dönemi 12 Mart’tan beter


*AK Parti dönemini, bir ‘ara rejim’ olarak nitelendiriyorsunuz…

Kesinlikle! 12 Mart’tan daha da kötü bir ara rejim. Bu sürdürülebilir bir şey değil ve bundan kimseye şerefli bir mazi kalmaz.

*“İslam Rönesans’ı beklerken, İslam Ortaçağı’na girdik.” derken; aşırı bir genellemecilik yapmıyor musunuz?

Sadece burası değil ki! İran’da, Afganistan’da, Pakistan’da da benzer baskıcı rejimler çıktı. İslam’ın güzel yüzünü anlatacak bir Rönesans bekliyordum ben. Bizim karşılaştıklarımıza bakın: El Kaide, Irak’ta, İran’da olanlara bakın… Mezhep savaşları, Müslüman Kardeşler… Ben siyasetin içinde Müslümanlık istemiyorum. İnancımı siyasetin dışında yaşamak istiyorum.

Referandum çok tehlikeli bir araç

*Kitapta, 68 Hareketi’yle de yüzleşiyorsunuz. Peki, 68’liler kendileriyle neden yüzleşemedi?

Çünkü çok güzel bir fikrî rant sağladılar, oradan. 68’li olmak modaydı! Kızlarla daha güzel ilişki kuruyordun, daha modern görünüyordun! Kötülüklerin Türkiye’de iki nedeni var. Birisi, 27 Mayıs. Diğeri de 68’liler. Bana sorarsanız, 12 Eylül’ün sebebi de 68’lilerdir.

*Nasıl?

Silahlı mücadelenin yolunu açtılar. Hep radikal oldular! Oral Çalışlar’a bakın… Hep en radikali oldu. Gezi Olayları ortada dururken, diktatörleşme ortada dururken, bütün özgürlükler ortadan kaldırılırken, eleştirel bakamadan aydın kalınmaz. Ben hiçbir zaman böyle olmadım. Özal’a hayrandım; ama referanduma gitmesini eleştirip, “Siyasi yasaklar, referandumla kaldırılmaz” dedim. Yasağı Meclis’te kaldırırsın. Ne demek halka sormak ya? Referandum bence çok tehlikeli bir araç. Ancak ve ancak bir anayasanın nedeni olabilir. Biz suyunu çıkardık.

*Cumhurbaşkanlığı seçimi için de aynısını düşünüyor musunuz?

Düşünüyorum. Başbakan çıktı, “Milletin başkanını seçiyoruz” dedi. Ben, Cumhurbaşkanı seçiyoruz zannediyorum. Anayasa’da hâlâ öyle yazıyor! Ben kime güveneceğim? Tayyip Erdoğan’a mı?

Bir otoriterleşme hamlesi daha deneyecek

*“Her solcu Beyaz Türk’ün içinde bir Che tişörtü vardır” bölümünde, Tayyip Erdoğan’dan duyulan korkuyu vurguluyorsunuz. Onu bir diktatör olarak mı görüyorsunuz?

Diktatör çok ağır bir kelime. Henüz diktatör denilebilir mi bilmiyorum; ama otoriterliğin sınırlarına tecavüz ettiği kesin! Ben bu çağda bir ‘baba’ figürü istemiyorum kardeşim! Bu ülkenin çocukları, babalarından yeterince çektiler.

*Erdoğan’la ilişkinizdeki kırılma, şarap üreticilerinin sorunlarını anlattığınızda, size verdiği “Bu ülkede kaç kişi şarap içiyor?” cevabıyla mı başladı?

Çok kafa yordum buna. Onun yönetmek ve demokrasiden anladığı şey, tamamen sayısal bir anlayış üzerine kurulu: “Siz kaç kişiniz?” Kendisine demokrat diyen hiç kimse, bu soruyu sormaz. Demokrasilerin sayılarla ilişkisi, iki yerdedir: Seçim sandığındaki oy ve Meclis’te kaldırılan parmak. Demokrasinin sayısal hükümranlığı yoktur.

*O da “Yüzde 45 oy aldım” diyor…     

Ama neye göre yöneteceksin? Kanunlara göre… “Ben yaptım, oldu” diye bir şey yok! Ama Başbakan hep “Siz kaç kişisiniz?” diyor. Ben Tayyip Erdoğan’ın bir otoriterleşme hamlesi daha deneyeceğini düşünüyorum. Ama başaramaz. Yapmaya kalkarsa, sonu iyi bitmez. Dünyada bunun örnekleri var. Elinden gelse, Türkiye’de içkiyi tamamen yasaklayacak.

iKi DEFA BOMBADAN KURTULDUM

*28 Şubat soruşturmasında tutuklanmaktan korktunuz mu?

Üç buçuk yıl, yanı başımda valizle yaşadım.

*Tutuklanmayı bekliyordunuz yani?

Neyi beklemeyeceğim Allah aşkına? Herkesi alıp götürdüler, beni niye götürmesinler? Keyfi alıp götürüyorlar, içeride 5 yıl unutuyorlar seni.

*Ailece travmaya döndü mü o bekleyiş?

Karım o kadar değil; ama kızım çok üzüldü. Çok kötü günler geçirdi.

*Neden paylaşmadınız bunu?

Hayatımda hiç mağdur edebiyatı yapmadım ki! Çünkü yaptığımız Türkiye’de riskli bir iş. Ayağımın altında iki defa bomba patladı, bir hafta arayla. Birisi Sedat Simavi’nin mezarının başında. Bir hafta sonra, Ankara’da bomba patlattılar, odam dümdüz oldu. 5 dakika öncesinde bir arkadaşım, “F16’larla ilgili bir yolsuzluk dosyası vereceğim” diye Hilton’a çağırdı. Çıktıktan 5 dakika sonra patladı. Oda dümdüz oldu.

ASKER, 2002’DEN SONRA BiZDEN NEFRET ETTi

*28 Şubat’ta askerin attırdığı manşetleriniz oldu mu?

28 Şubat’ta Türkiye’nin gazeteleri, bugün Erdoğan’a karşı olandan çok daha fazla direnme gücüne ve cesaretine sahipti. Asıl, “Erdoğan’a nasıl direniyorsunuz?” diye sorun bana. Askerler hiçbir zaman ellerindeki ekonomik enstrümanları, yargı enstrümanlarını, Erdoğan gibi kullanmadı!

*Askerle ilişkiniz nasıldı?

Benim askerle ilişkim yoktu. Buna inanmıyor kimse. Orgeneral mi, tümgeneral mi daha yukarıda, vallahi billahi iki sene önce, adamlar hapse girmeye başladıktan sonra öğrendim. Hayatımda Çevik Bir’le telefonda bir kere konuştum. O da Fethullah Hoca’yı savunmak için! Okulları ellerinden almaya çalışıyorlardı. “Yahu yapmayın” dedim. Alaattin Kaya’nın isteği üzerine onu Çevik Bir’le buluşturdum. Alaattin Kaya, “Gerekirse bu okulları size verelim” dedi. Askerler 2002’den sonra Hürriyet’ten nefret ettiler. Sebebi de Sedat Ergin’in yazdığı bir yazıdır. Sedat, “Kıvrıkoğlu giderken, Hilmi Özkök’ün etrafını çevirmek için Edip Başer’in yerine Aytaç Yalman’ı Kara Kuvvetleri’ne getirdi” diye yazdı. Yarım sayfa açtım. Çok kızdılar. Hayatım askerlerle, 12 Mart’ta, 12 Eylül’de mücadeleyle geçmiş. Ha, doğru gördüklerimi de söylüyorum.

*Mesela?

12 Eylül Darbesi’nin sabahında da “Oh canım kurtuldu” yazdım. Bedrettin Cömert’i kaybettim. Aldığım tehditlerden ötürü her gece ev değiştiriyordum. Bunu yazdım diye bana neler dediler ya! Solcu bildiğimiz adamlar, Oral Çalışlar, Kenan Evren’e mektup yazmış, “Biz sizdeniz” diye. Askere “postal kafalı” diyen babam, 12 Eylül sabahı, “Oğlum kurtuldu” diye gözümün önünde ağladı….”

RÖPORTAJIN TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN

Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir