Connect with us

MAGAZİN

Mardin çocukları şen ola…

Published

on

Mardin                                                                                     yazı dizisi-3

Mardin’i tanıyan, bilen herkes “Beyazsu’ya gidin dedi” diye diye çıktık yola. Karnımız zil çalmakta.

Mardin’in Nusaybin ile Midyat ilçeleri arasında yer alıyormuş Beyazsu çayı. Mardin, Şanlıurfa, Şırnak ve Diyarbakır başta olmak üzere buraya gelip yeşilin altında dinlenip, piknik yapıyormuş sade vatandaş.
mardin 3
Beyazsu Midyat’a bağlı ama Nusaybin’e daha yakın. Mardin’e 61 km. Dara Harabeleri’ni geçip koyulduk yola.

Nusaybin Suriye ile sıfır noktasında. Tarihi süreçte birçok önemli olaya tanıklık eden şehir yorgun, belli. Göz ucu gördük şehri. Sınıra parallel tel örgülerin ardından hüznü izleyerek geçiyoruz. Elimizi uzatsak ortadoğunun dengesini bozacağız sanki.
mardin 3
Gene gelmeli buralara. Mar Bobi Kilisesi, Mar Evgin ve Mar Abraham Manastırları, Haytam, Şirvan ve Aznavur Kaleleri, Xetabin, Dirim ve  Ramanus Harabeleri, Harabbaba’sı ile bekle bizi Nusaybin.
Yarınlarda bizi neyin beklediği meçhul gidiyoruz Bagok dağı yamacındaki Beyazsu çayına. Yol sessiz, düz, sarı; biz ise türkülerle bir o kadar renkli.

Hiç ummadığımız bir anda yeşil karşılıyor bizi, bu yoldan geçen herkes gibi hemen içine alıyor. Sonrası sukut u hayal. Tüm tesisler kapalı, harabe ve karanlık. Açlıktan gözümüz dönmüş bir şekilde dumanı tüten bir yer buluyoruz neyse ki… 9-10 yaşlarında bir delikanlı karşılıyor. Çayın üzerine yerleştirilmiş oturma tahtlarından birine kuruluyoruz, açız. Misafir umduğunu değil bulduğunu yer misali, ekmek ve salata ile karnımızı doyuruyoruz. Yanımızda akan su bile keyfimizi yerine getirmiyor, sonradan gelen etler acele ile harlanmış ateşte pişirilmiş, bize göre değil.

Geldiğimiz gibi dönüyoruz, arkamıza bakmadan, hayal kırıklığı ile aynı yoldan.  Yazın belki daha şenlikli olur buraları. Oluşturulan havuzlarda serinler, dinlenir, eğlenir insanlar, çocuklar, kimbilir. Şimdi doğa muhteşem ama buralar bakımsız.

Hedef Dara Harabeleri… geldiğimiz yoldan geri …
mardin 3

Güneydoğu’nun Antik Efes’I olarak bilinen, ne zaman kurulduğu hakkında kesin bir bilgiye ulaşılamayan Mardin’e bağlı Oğuz köyündeki antik kent Dara’ya derme çatma metal bir kapıdan giriyoruz. Kibar, ilgili, bir köy delikanlısı karşılıyor bizi. Kapıya kocaman yazmışlar, giriş ve rehberlik ücretsiz diye. Gönlünüzden ne koparsa anlamında. Uzun uzadıya anlatıyor bizimle dolaşan gönüllü rehberimiz, Etrafta bir sürü çocuk.
mardin 3

Güneşten yanmış tenleri ışıl ışıl, gözlerinin içi gülüyor herbirinin. Çiçek topluyorlar. Aklımdan buranın çocukları ne kadar mutlu, havasından mı, suyundan mı diye geçiyor, bu düşünceme şaşırıyorum sonra, adı üstünde çocuk, mutlu olmak için bu dünyaya gelmedi mi, mutlu olsun diye doğurulmadı mı çocuk?
mardin 3
İpekyolu üzerindeki Dara kenti ismini Darius’un başkenti anlamına gelen ‘Dağara’dan almış. Dünyanın ilk barajının burada olduğu sanılmaktaymış. Köy evlerinin çoğunun alt katları roma dönemine ait kalıntılar ile doluymuş. Güneş tapınakları, mağara evler, kaya mezarları ile 8-10 km lik bir alana yayılmış bu bölgeye ziyaret her geçen gün artıyormuş.

Dara antik kentinden günümüze kale, kilise, köprü, depo, su sarnıçları, arasta, sivil yerleşim binalarına ait kalıntılar, ateş kuleleri dışında Babil ve Pers Krallığı’na ait 2 bin kişilik toplu mezar da ulaşmış.

Geçtiğimiz yıllarda yapılan kazılarda, Zeugma’dan sonra, antik çağa ait çok sayıda hayvan figüründen oluşan mozaikler bulunmuş. Kalıntıların milattan sonra 200- 300 yıllarına ait olduğu tahmin ediliyormuş.

Büyülenmiş bir şekilde bitiriyoruz turumuzu. Harabelerin yanındaki çay bahçesinde birer çay ısmarlıyalım kendi kendimize derken mutlu çocuklar önümüzü kesip bizi mutlu ediyor, ellerinde bize yaptıkları çiçek taçları ile. Sadece mutlu olmak için değil, mutlu etmek içinde geldik biz der gibiler.

Gözümüz kolumuzdaki saatte, aklımız arkada, koştura koştura Mardin’e dönüyoruz. Sayılı gün çabuk biter, geleli daha bir gün olmadan nereleri, ne kadar zamanda, nasıl görürüz telaşı ile Mardin’deyiz.

Öğlen yemeğindeki hayalkırıklığımız akşama taşımamak adına  önce Cercis Murat Konağın'da yer ayırtıyoruz ve ilk hedef Kasımiye Medresesi.

Akkoyunlu Hükümdarı Cihangir oğlu Kasım Padişah Mardin’e atandığında yapılmış bu medrese. 700 yıllık bir tarihe sahip. Mükemmel bir mimari yapı. Hem din hem ilim icra ediliyormuş. Medrese duvarlarında astronomi ve tıp bilimine ait simgeler mevcut.

Kasımiye Medresesi değişik bir mimari ile tasarlanmış, gün doğduktan sonra güneş batana kadar cephe ve tüm dersliklerde güneş ışığından faydalanılabiliniyormuş mesela. Dersliklerin kapı yüksekliği bir metreden biraz fazla bırakılmış. Bu yükseklik özellikle tercih edilmiş öğrenciler hocalarının huzuruna girerken başlarını eğsin, hürmette kusur etmesinler diye.
mardin 3

Rivayete göre medresenin avlusundaki havuzda akan su tasavvufi bir betimlemeyi saklıyormuş. Suyun akışı ile doğumdan ölüme kadar insan hayatı ve sonrası simgelendirilmiş. Çeşmeden çıkan su doğumu, döküldüğü yer gençliği, ince uzun oluk olgunluğu ve suların bir havuzda toplanması ölümü temsil ediyormuş. Daha sonra bu su kanallarla toprağa aktarılıyor ve bu da topraktan tekrar can buluyoruz demek oluyormuş.

mardin 3

Bu hikayeyi bize kapısı kapalı diye dudak büktüğümüz bir anda cebinden çıkardığı anahtar ile içeri sokan, dolaştıran, gönüllü diğer rehberimiz anlattı. Babasındaymış anahtar, yakın zamanda kaybetmiş ve görevi devralmış. Özçekim yapalım dedik, durun ben çekeceğim sizi dedi.
mardin 3

Su kanalına su koydu, çöp bidonunun kapağını ters çevirdi, anahtar deliğinden bir sürü atraksiyon ile bizi çekti ve işte hayal bile edemeyeceğimiz görsel şölen ekteki fotolar çıktı karşımıza. Tavsiyemizdir, olur da bir gün giderseniz Kasımiye Medresesi’ne, tatil köylerinde çekilen iki parmak arası tutulmuş gibi gözüken güneş fotoğraflarına nisbet siz de çektirin bizimkilerden, hatıra niyetine.

mardin 3

Kapı önünde boncuk işlemiş çocuklardan bileklik alıyoruz ve kapanmadan Kırklar kilisesine geçmek için yola koyuluyoruz. Bir hayal kırıklığı daha. Kilise kapalı, görevli apandisit ameliyatı olmuş, bahçesinde soluklanıyoruz, gene burda da Mardin’in mutlu çocuklarından mevcut. Bisiklete binip koşuşturuyorlar. Kapıdan yaşlı bir teyze hal hatrımızı sorup, bize evini dolaştırabileceğini, süryani şarabı yaptığını ve tatdırabileceğini söylüyor. İstanbul’da olsa düşünmeden hayır diyeceğimiz soruya, üç evet ile karşılık veriyoruz. Ev Kaleye doğru yukarılarda. 5 hane aynı avluya bakıyor. Tarih içinde asılı çamaşırlar, soba boruları, minik bir havuz, istikbal marka bir çekyat. O evler O insanların gerçek evleri, gerçek hayatları. Bizim için ise müze gerçeğini değiştirmiyor.

mardin 3

Akşam yemeği öncesi soluklanmak için Ulu camii manzaralı bir kahvehanede çaylarımız yudumluyoruz mezapotamya havasını içimize çeke çeke.

mardin 3

Yorulduk ama mutluyuz, üstümüzü değiştirip yemeğe Cercis Murat Konağına geçiyoruz. İnternette reklamı, gideni, beğeneni çok. Vedat Millor bile  gitmiş. Hikayesi var, alternatifi de yok. Ortam, müzik, sunum mükemmel. Lezzette, belki bizim ogle hezimetimizden ötürü okuduklarımızdan oluşan beklentimizin yüksekliği ile gelinen nokta gene hayal kırıklığı. Fiks menu ve şarap karşılığı içimize oturan bir hesap. Mezeler de lezzet yok, hepsi aynı elden çıkmış tadlar, salataların adı farklı ama görselleri aynı. Her salata da süs niyetine çilek. Çilek bizim yemek kültürümüze ne zaman girdiyse… Muhteşem Yüzyıl’da Kanuni’nin yemediğini çilekler Mardin Cerciş Murat Bey konağında biline.

Ilk gün yorgunluğu ile otelimize dönüyoruz. Yarın sabah erken kalkıp yollara düşeceğiz. Programda Deyrul Zafaran Manastırı, Hasan Keyf ve Midyat var.

Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir