Connect with us

MAGAZİN

“Mutlu olmak bir seçim!”

Hem seksi, hem masum… Hem kırılgan, hem güçlü… Hem eğlenceli, hem konuşurken birden gözleri dolacak kadar duygusal. Farah Zeynep Abdullah, enerjisiyle karşısındakini avcunun içine alan kadınlardan. Ekran macerası sekiz sene önce bir tesadüfle başladı. Canlandırdığı ‘Aylin’ karakteriyle hafızalara kazındı. Ardı ardına iddialı projelerde rol aldı.

Published

on

"Mutlu olmak bir seçim!"

Sizi hep dönem dizilerinde izledik; ‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’, ‘Kurt Seyit ve Şura’… Hadi o geçmişin tozunu üstünüzden atalım…
– Şimdilerde kendimi yenilenmiş hissediyorum. Sekiz sene sonra ilk kez çekimlerde rahat giyiniyor, cep telefonuyla konuşuyor ve günümüz arabalarına biniyorum. Canlandırdığım Gülizar karakteri delidolu biri. Bana benziyor.

Delidolu dediniz ama bazen mesafeli biri gibi görünüyorsunuz…
– Dışarıdan çok özgüvenli, kendinden emin duruyor olabilirim. Halbuki bu dizi de dahil bütün projelerde bir karakteri canlandırırken kalbim ağzımda atıyor. Bunun dışında, kararlarımı alırken bin kere düşünen biriyim. Kontrolcüyüm. Bu da beni yoruyor. Dış dünya yaşam enerjimi emiyor. Hayvanlarla ve çocuklarla ilgili haberlerden, dünyanın genel halinden etkileniyorum. Sevdiklerimle birlikte olmaksa beni mutlu ediyor. Aslında hayat güzel… Ve mutlu olmak bir seçim. Kendime sık sık bunu hatırlatıyorum. Sağlıklıyız, buna şükrediyorum.

Şeker hastasıymışsınız ve açken siz, siz olmuyormuşsunuz…
– Kahvaltı etmeden asla dışarıya çıkamam. Uyanmış gibi görünsem dahi bilincim yerinde olmuyor. Ben de kimsenin karşısına çıkmıyorum. Ama korkma, şu an aç değilim (gülüyor).

Aylardır albüm üzerinde çalışıyorum

Britney Spears hayranlığından Evanescence sevmeye evrilen bir müzik geçmişiniz varmış…
– 11 yaşımdan beri defterlerim var; şarkı sözleri, şiirler yazıyorum. İlk zamanlar sözlerim biraz uydurarak çıkıyordu, sonra yaşadıklarımı yazmaya başladım.

Bu müzik merakının temeli nereye dayanıyor?
– Babam bir plak koleksiyoneri. Yes’in albümleriyle büyümüşlüğüm, The Rolling Stones konserlerine gitmişliğim var ve hâlâ Britney Spears’ı çok seviyorum. Müzik kategorize edilecek bir şey değil, çok alakasız türleri beğenebiliyorum.

Diliniz ve dudağınızda asiliğin simgesi piercing vardı, hâlâ duruyor mu?
– Onlar asilik değil, sadece aksesuar… Dilimde hâlâ piercing var. Hatta geçenlerde çıkaracaktım, annem “O sensin ve senin gençliğinden kalan bir anı” dedi, haklıydı. Üstüne kulağıma bir tane daha yaptırdım.

İleride albüm çıkarır mısınız?
– Aylardır üzerinde çalışıyorum.

Popstar mı olacaksınız?
– Bir tarza gömülme taraftarı değilim. Şarkılarım İngilizce… Belki küçük bir kitleye hitap eden bir albüm olur, bilmiyorum. Yolculuk kısmı müziğin en zevkli yanı bence.

‘Arif v 216’da Ajda Pekkan’ı canlandırdınız. Nasıldı Ajda olmak?
– Bambaşka bir şeydi. Cem (Yılmaz) ilk söylediğinde büyük bir sorumluluk olduğunu düşündüm. Çok korkutucu geldi. TRT arşivlerini ve belgeselini izledim, bir kere daha ne kadar büyük bir başarı hikâyesi olduğunu gördüm.

Hayat güzel Ve mutlu olmak bir seçim...

Şöhret bir oyun gibi ve her oyunun bir kötü tarafı var

Çocukluğunuza dair aklınıza gelen ilk görüntü ne?
– Kısa saçlarım… Hep kaçıp kaçıp kestirirdim. Ve hep şarkı söylerdim.

Babanız Irak-Erbil’li, anneniz Türk… Çok güçlü bir aşk hikâyeleri varmış…
– Evet, çok şanslıyım ki aşk dolu insanları görerek büyüdüm. Annem 17 yaşındayken babasının arabasını kaçırıyor ve bir şirket arabasına çarpıyor. Şirketin sahibi borcunu ödemesi için “Gel, bizimle çalış” teklifinde bulunuyor. Orada babamla tanışıp birbirlerine âşık oluyorlar.

Farah adının hikâyesi var mı?
– Ailem İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin eşi Prenses Farah Diba’yı çok sevdikleri için bana bu adı koymuş. Ben de seviyorum.

Bana bir şans verildi, ben de kıymetini bildim

Bir dönem İngiltere’ye gittiniz. Neden?
– Babam bir petrol şirketinde çalışıyordu, onun bir projesi için oraya taşındık. Liseyi ve üniversiteyi İngiltere’de okudum. İlk defa çalışma hayatına da liseden sonra atıldım.

Maddi zorluklarınız mı vardı?
– Hayır, hayata karışmak istedim. 17 yaşımdan itibaren garsonluk, barmaid’lik yaptım, değişik iş tecrübeleri edindim.

Hikâyedeki en büyük dram neydi?
– Teyzemin ve dedemin ölümü. Babam bir seneliğine Mersin’deydi. Biz de İngiltere’den gelmiştik. “Ben Mersin’e gideceğim” dedim. Dedem “Sonra git” dedi. Dinlemeyip gittim, döndüğümde dedemi kaybetmiştim.

Londra’da sıradan bir öğrenciyken ‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’ dizisindeki rolü 100 kişi arasından seçilerek aldınız. Şimdi Türkiye’nin en başarılı kadın oyuncuları arasındasınız. Bu kadarını hayal ediyor muydunuz?
– Hayır, aklımda bir dizide oynamak yoktu. Fransızca ve tiyatro okuyordum ama hayatımda müziğin daha yoğun olacağını düşünüyordum. Zeynep Günay Tan, ‘Aylin’ karakteri için kim olabilir diye düşünürken, aile dostumuz Lale Eren’in aklına ben gelmişim. O dönem Canterbury’de okuyordum ama tesadüfen Türkiye’deydim. Görüştük, okulu dondurdum ve başladım… Anlayacağın, her şey bir tesadüfle başladı. Geçmişime baktığımda bunun kader olduğunu düşünüyorum. Bana bir şans verildi ve ben bunun kıymetini bilip güzel değerlendirmeye çalıştım. Hiçbir zaman içime sinmeyen bir projede yer almadım.

Hiç ummadığınız anda gelen şöhret ve magazin gündemi sakin giden hayatınızda neleri değiştirdi?
– 20 yaşımda, en çılgın dönemlerimdeydim aslında. Magazinde olmak çok kişisel bir tercih. Ben içinde olmamayı seçtim ve kendimi uzak tuttum.

Yine de yazın denize girerken çekilen fotoğraflarınız magazin eklerine manşet oldu…
– Şöhret aslında bir oyun gibi ve her oyunun bir kötü tarafı var. Ünlülerin fizikleriyle ilgili yapılan iyi ya da kötü haberler saçma ve terbiyesizce geliyor. Birinin vücudu hakkında konuşmak, fiziğiyle dalga geçmek, dedikodu yapmak zaten ayıp bir şey. Bir de bunu gazetelerde binlerce insana gösteriyorlar. Garip bir şey… Yine de sana, sadece izin verdiğin sürece erişebilirler. Bu yüzden gereken tek şey, çok da ciddiye almamak.

‘Sevgili müstakbel eşim, şu an ne yapıyorsun bilmem umarım yaramazlık yapmıyorsundur…’

Doğacak çocuklarınıza ve gelecekteki eşinize videolar çektiğinizi duydum… Doğru mu?
– Evet. Evlilikten ziyade çocuk sahibi olma fikri içimi kıpır kıpır yapıyor. Bir çocuk doğurup o duyguyu tatmak, sonra da evlat edinmek istiyorum. İnşallah yapabilirim.

Nereden çıktı bu fikir?
– ‘Doğmamış Çocuğa Mektuplar’ kitabını çok küçükken okumuştum, oradan kalan şeyler…

Şimdiye kadar kaç video çektiniz?
– Ooo… Çok uzun zaman oldu.

Ne anlatıyorsunuz videolarda?
– Mesela “Anneniz 20 yaşında” diye başlayıp o anki durumumu ve ruh halimi anlatıyorum. Müstakbel eşim için çektiklerim daha komik; “Şu an ne yapıyorsun bilmiyorum, sanırım tanışmadık, umarım yaramazlık yapmıyorsundur” gibi şeyler söylüyorum. Tam bir zaman yolculuğu… Bütün hissettiklerimi sansürsüzce anlatıyorum. Ayrıca her yılbaşında da kendime mektup yazıyorum. Ve gerçekten bir sonraki yılbaşında o mektup bir şekilde karşıma çıkıyor.

Hürriyet

Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir